18 Şubat 2012 Cumartesi


Bu ne güzellik! Ne güzellik…
Abdullah bin Ubeyy, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) döneminde en etkili münafık  Ona münafıkların başı denirdi. Düşmanlıkta, bozgunculukta sınırları zorluyordu.  Abdullah bin Ubeyy bir gün ölüm döşeğine uzanır. Ölmeden önce de Peygamberimizin gömleğini ister. ‘Peygamberin tenine dokunan gömleğini bana giydirin beni böyle gömün, belki bu gömleğin hatırına Allah beni affeder’ der. Hz. Peygamber (s.a.v.), bütün arkadaşlarının itirazına rağmen gömleğini Abdullah bin Ubeyy'e göndermek ister. Neticede Abdullah'ı gömerler. Bundan sonra insanları derinden sarsan bir gelişme meydana gelir. Hz. Peygamber (s.a.v.) gömülen bu meşhur münafığın -azılı düşmanın- mezarına gelir. Ve mezarının kazılmasını emreder. Mezar kazılır. Hz. Peygamber mezardan çıkarttığı Abdullah bin Ubeyy'i kendi dizinin üzerine yatırır. Sonra kendi gömleğini sırtından çıkarıp ölmüş olan Abdullah'a giydirir. Cesedin üzerine eğilir ve yüzüne doğru üfürür. (Buhari, hadis: 1285) sonra da başını kaldırır ve şöyle sorar: "Yok mu bu adamın bir iyiliği, yok mu bu adam hakkında iyi bir şeyler söyleyecek biri." Sonra da gömülmesini emreder. 
Bu olay Medine'yi derinden etkiler. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatı boyunca kendisini yok etmeye çalışmış, fitneye endekslemiş bir azılı düşmanına yapar bu iyiliği, bu jesti.
 Bütün çirkinliklerin içinde dahi güzelliği keşfedebilen nebinin bakışı kadar güzel bir bakışa sahip olabilmek…
 Aynı bakıştan mahrum oluşumuzun sebebi bakışlarımızdaki yamukluktan mı, yoksa bakılacak değerlerin güzel yanlarının olmayışından mıdır? Yamukluk tasavvurda başlar önce, sonra zihinlerde, sonra yüreklerde. Derken bir bakmışsın bütün bedenini kaplamış ve içine çer çöp karışmış bir nehrin akışı gibi suyun berraklığından eser kalmamış.
 Bir şeyin çirkinliği veya güzelliği bakan kişinin tasavvurundaki güzel ve çirkin tanımından ibarettir. Mutlak güzellik, güzelliğin kaynağı Cemal olan Allah, mutlak güzelliğin üretildiği tek merkez ise Cennettir. Dünyayı cennete çevirme arzusu bir ütopyadır. Müslüman, ya bu ütopya ile bir ömür pasif iyi olarak yaşamını sürecek, ya da bakışını cennete çevirerek işe başlayacaktır. Her şeyden şikâyetçi olduğumuz, medyanın, modanın, vitrinlerin cezbinden kendimizi alamadığımız bu modern çağda, ya yola bırakılan ekmek kırıntılarını yiyen koyun sürüsünden uysal başlı bir koyun olacağız. Ya da iç devrimini gerçekleştirmiş, çağın baskılarından kurtulmuş, onların gösterdiklerini değil, görmemiz gerekeni görebilecek bir basirete sahip olacağız. Seçim kulda, kulun kendi iç dünyasındaki çalkantıların arasında sinip kalmış beden devriminin öncüsü olan kalptedir.
Bakılacak bir güzelliğin kalmadığı bir dünyada bakışlarımızın kirlenmesinden şikâyetçi olmak, sorunun çözümüne dayalı bir yaklaşım değildir. Geride güzel bir bakış bırakmak isteyenler, zehirli oklarını bakış tasavvurumuza fırlatarak bakışlarımızın fıtratını bozan batının tuzağını fark etmeli ve modern çağın canavarlarına karşı teyakkuzda olmalıdır.
 ‘O,bakışlarda saklı ihaneti ve yüreklerin gizlediğini şeyleri bilir.’ 40/19
Modern çağın dayattığı bakış felsefesi  ‘Çekici ve cezbedici olan güzeldir’  başlığı altında tanım bulmuştur. Çekiciliği görüntüye, görüntüyü modaya, modayı ahlaksız olana indirgeyen bir zihniyetin ürünü olan bakış felsefesinin kaynağı hakikat olan vahiy değil, birilerinin bile isteye ümmetin kanına enjekte ettiği gayri ahlaki ilkelerdir.
Önce zihinlerdeki güzel tasavvurunun nasıl yamulduğundan başlayalım.

Çekici ve cezbedici olan güzeldir, ya da güzel olmaya mahkumdur.
Genleri ile oynanmış sebzeler, meyveler ve insanlar. Yapay gıdalar, suni besinler, suni duygular ile beslenmiş gün geçtikçe hormonlaştırılan bir nesil. Bu felsefenin mantığı sadece çekici olan güzeldir ilkesine dayalıdır. Ele geçirdiği avını, ‘Ruhuna hoş gelen değil, nefsine hoş geleni yap. Nefsinin sevdiğini ye, iç, eğlen. Güzel olan haz duyduğundur. Hazzını doyur, hızın kesilmesin.’ diyerek avutur. Her şeyin bir kalıbı vardır. Meyvenin iyisi renksiz, solgun, kurtlu, eğri olanı değil, iri, düzgün, canlı ve parlak olanıdır. Yemeğin iyisi tadı ve kokusu topraktan çıkan değil, fabrikasyon dumanları arasında, renkli ambalajların içinde yenmeyi bekleyen geçici haz veren küçük hazcıklardır. Kadının güzeli, belirtilen kalıpların içine girebilendir. Orada esmere, sıskaya, karaya, kuruya yer yoktur. Ölçü malumdur, bellidir. Standartların dışına çıkan ‘made in modernizm’ damgasının dışında kalmıştır. Dedelerimizin giydiği, yediği, yaptığı güzellikler, köhne, eski, çirkin ve geride kalmıştır.
Güzelin standartlarını ve sınırlarını başkalarının belirlediği bir dünyada o standartlar içine girebilmek için ne çok çaba sarf ediyoruz kim bilir. Dedelerimizin yemediğini yemek, giymediğini giymek, sevmediğini sevmek zorundaymışız gibi, dayatılan modern baskıya tabi olmak acı bir gerçek. Dedesinin, nenesinin yediğini yiyenler, kendini utanç timsali bir hareket yapmış gibi hissediyor. Geçmişten utanan nesiller geçmişin gark olmadığı hastalıkların, mantalitelerin sahibi olmaya mahkûm oluyor. Bugün, geri kalmışlığı geçmişte kalmak, geçmişi yaka silker gibi silkelemek diye ifade edenler, geçmişin ekmeğini yiyorlar. Güzelliğin bir miras olarak aktarıldığı nesillerin torunları bizler, torunlarımıza bırakılacak bir güzellik üretmiyoruz. Güzelin içini boşalttıkları şu zamanda gençlik felsefesi, ‘ben güzele güzel demem, çirkin güzel olmayınca’ mantığında ilerliyor. Geçiciyi kalıcıya, anlık mutluluğu ebedi saadete, hazzı hayra tercih edenler ebedi güzelliğin değil, dünyevi hazzın ekmeğini yemeye mahkûm olurlar.
Yeni kuşak gençliğin bakışında yatan ‘güzel’ tanımının, dejenere edilmiş hallerinden birkaç madde ile yazımızı sonlandıralım.
Modern gençliğin güzellikleri;
Güzel anne: hataları değil, güzellikleri söyleyendir. Kızını değil, dizini dövendir. Güzel baba, gencin hayatına müdahil olmayandır. İyi bir ebeveyn ‘hayat bir kere yaşanır, sınırsızca yaşa!’ felsefesi üzerine çocuklarını serbest bırakan ailedir.
Güzel arkadaş: kusursuz olandır. Elinden, dilinden emin olmadığın halde görüntüsüne aldandığındır. Yanında değil karşında olandır. Her sözünü destekleyen, seni kötü pozisyona sokabilecek her durum karşısında köpek olup önünde yatabilecek olandır.
Güzel öğretmen: hak etmediğin notu veren, her sözünü alkışlayan, arkanda sırtını dayayabileceğin ruhsuz bir kolon gibidir. Eski öğretmenler gibi bana bir harf öğretti diye kırk yıl mihnet altında kölesi olacağın değil, çok konuşmayıp da kısa kestiği için en sevdiğin olabilendir. Sana haddini bildiren değil, haddini bilendir.
Güzel yiyecek: damağına taptığın kadar değer verdiğindir. Damağının sevdiğini yediğin, doyduğunda kalanını yemek için çaba sarf etmediğin, canının çektiği anda elinin altına girebilendir. Kolay ve emeksiz olandır. Güzel aşçı, kırk yıllık hatırına katlanmayacağın bir fincan kahvesi olan değil, iki kuruşa alabileceğin büyük boy kola yanında bir dilim pastası olandır.
Güzel kıyafet: seni daha çekici, daha zayıf, daha havalı, daha modern gösterendir. Vücudun elbiseye, ayakların ayakkabıya göre şekil aldığı kıyafettir. En güzeli ise, içinde seni olmak istediğin öteki kişilik kadar cazip gösterendir. Öteki olduğun kadar güzelsindir. Çünkü herkesçe bilinen bir gerçektir ki, kısa manken, şişman model, siyah artist olmaz. 
Güzel Allah: hayata müdahil olmayan, iradeyi yaratan ve geri çekilendir. Bir yılın günahını kadir gecesinde, bir ömrün günahını, yaşlanınca hacca gider anadan doğmuş gibi olursun mantığı ile hareket edendir. Uzak Allah güzel Allah’tır. Ne zaman yakın olur, o zaman güzel olmaktan çıkar.
Modern birey özgür hareket alanına bir başkasının müdahil olmasından hoşlanmayandır.
Ya bizim güzellerimiz…
Güzellik kalıcı olandır. Ruh güzeldir, cennet güzeldir. Ruhunu besleyen, onu güzelleştiren, güzelliğini merkezi olan cennette kalıcı olmaya adaydır.
Peki, kafamızı bulandıran bunca çirkinliğin içinde güzeli göremiyorsak bunun müsebbibi kimdir? Şahsiyetli müminin güzel tasavvuru nasıl olmalıdır?
Haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah…

Hatice İslamoğlu Erdem



1 yorum: